11 Kasım 2017 Cumartesi

Değişim

Kabuklarımdan sıyrılmak sancılı. Kolay olacağını mı düşünmüştüm ya da bana hissettirmeden mi olacaktı. Ruh, beden, zihin üçlüsü bileşmişler ve bekliyorlar mıydı olacakları, değişimleri. Nereden, nasıl, neden geleceği belli olmayan bir hortlağa mı hazırdım. Bir canlı bedenine sokabilmiş miydim? Yoksa tatlı tatlı karşılayabileceğimi mi düşündüm. Hatta kibar bir selamlama ve yapmacık nasihatlarla. Sonra yoluma devam mi edecektim.
 


Ne kadar kalın, ne kadar yapışkan, ne kadar sert? 
Bilemiyorum. 

Bilsem daha mı kolay sıyrılırım yoksa pes mi ederim onu da bilmiyorum. Her ikisi de var içimde sanki. Hangisine, ne zaman ihtiyacım varsa onunlayım. 

Ruhumun değişimine karabasanlar eşlik ediyor. Karanlık içinde özümden şaştım, ışığımı kaybettim. Savuşturup bütün gölgeleri, yoluma bakamıyorum. Kimisi bedenini buluyor. Ruhumu kemiriyor. Önümde sesiyle, cismiyle tam karşımda duruyor. Artık geçmek istiyorum. Bırakmak istiyorum. Yoluma bakmam istiyorum. Hatırlamak, iç huzurumu bulmak istiyorum. Rehberimi bekliyorum. Beklerken de yaşıyorum. Benimle olan neyse onunla yaşıyorum. 




Bugün olmayan bir gün daha umutluyum bir şeyler farklılaşabileceği için. Biraz itekleme, biraz heves. Öyle kendiliğinde olmaz benim için. 

Endişelerim  rüyalarımla oynamaya başladı. Sabaha karşı uyandıran ve dengemi kurabilmek için yine şükürle bitirdiğim,  o nefessiz kaldığım bir kaç dakika. Bazen gırtlağımdaki düğümle uyanmak ve anlam verememek ya da okuduğum bir hikayeye bırakmak göz yaşlarını. Bazı anlamsız bağırışlarımı çocuklarımın yardımıyla fark etmek. Acaba anlıyorlar mıdır beni, zorlandığımı söylediğim zaman. Soyutlukları benim hallerimle mi somutlandırıyorlar. Diyorlar mıdır bu kadının bir sancısı var. Sanki kusmak istedikleri şimdi ağzına gelmeye başladı. Ne hissettiriyorum acaba onlara.   

Çocukların yok bizden başka konuşabildikleri. O yüzden konuşuyorlar motoru soğutmadan. Bazen kendi kendilerine konuşuyorlar. Aynen benim içimden yaptığım gibi. 

Mutluluk, pişmanlık bunlar çok keskin kelimeler benim için.
Çocuklarım için vazgeçemediğim bir "şeyin" içindeyim. 

Onların süreci ise bambaşka. 7 yaşında tekrar birinci sınıfı okuyan Emre endişelendiriyor eğitimcileri. Özgürlüğü yanlış değerlendirdi sanki. Sandı ki kurallar ezilip geçilebilir. Sandı ki biliyor olması her şeyi bitirir. Yeni bir dünya, yeni bir düzen gerektirir. Benim gibi " O " da sınırlarının keşfinde, ben içimde o bütünüyle deneyimleyerek.

3 yaşındaki Ekin ise yeter ki olsun oynayacak biri. Sosyalleşme, keşfetme peşinde. Bazen hikayelerinde geçse de eski evimiz diye, mutlu görünüyor şimdilik. En önemlisi dördümüz birlikteyiz. Bizim olduğumuz her yer dünyamız, her çatı evimiz. Yeter ki kaçırmayalım huzur ve sevgimizi. 



Bugün olmayan bir gün ekilen meyve ağaçlarına su verdim. Birlikte büyümeyi, beslenmeyi, birbirimizle güçlenmeyi, üretmeyi niyet ettim. Suyla birlikte bıraktım toprağa içimdeki hüzünleri. Karışmayı, köklere inmeyi, bütün olmayı  diledim. Mumlarımı yaktım; gökyüzüne baktım. Yarım ayı gördüm; bir tebessüm doğdu içime. Görebildiğim, fark edebildiğim ve keyif alabildiğim için şükrettim bu sefer de. 

Yarın yeni bir gün. 


18 Ekim 2017 Çarşamba

O zaman...

Bugünlerde sınandığım çok şey var. Bazı ilişki şekilleri var ki ruhumu çökerten, çıkış bulamadığım; onun pençesindeyim. Beni çok önceye sürükleyip gömdüklerimi hortlatan.

Güven ve yalnızlık başlıklarım. Kurduğum her dialog, her ilişki bu başlıklarla seyrettiğim bir an. Yalnız olduğum ise unuttuğumda kendime hatırlatmayı unutmadığım. Bu hal de uyku kaçırtan. Yanlık olarak, korunup kollanmak, sarmalanmak, gücünün yetmediğinde destek alabilmek geliyor ki bunlar da İstanbul'da mı kalan. Havada kalmış olan aidiyet duygum tamamen iplerini koparmış bir şekilde savruluyor; İstanbul'daki evimizin kapatılmasıyla birlikte. Ruhum askıda sanki. Şaşkın şaşkın seyrediyor. Kafamın içi o kadar çok konuşuyor ki bırakabilmek için koyun sayar gibi  şükredip duruyorum.

Fiziki değişikliğin yanında bunlar da yüzleşeceklerimdi; yalnız kalmayı severim sanırdım bunca zaman. Ama duygularımın, hassasiyetimin beden bulacağını hiç düşünmemiştim burada yaşamayı planlarken. 




 Ruhum dökülüyor mutfak penceremin gördüğü "Ağaç'ın" yaprakları gibi. O yüzden mi ormanın içinde yaşarken daha çok ağaç arıyorum dibimde. Kollayan, göğe kadar uzanan, kolları uzun ve sık, hemencecik yanı başımda olan. Bir de zaman bulabilsem ruhumun söylediklerini dinlemeye. Ancak yazarken çıkıyor duygularım toprak üstüne. Sarı yapraklar kuruyor, koyulaşıyor, savrulup gidiyor. Sanki ben sonbahar, sonbahar da ben. Zihnim, ruhum bu haldeyken beden bambaşka çalışıyor; bir bütünün parçası değilmişcesine. Taşıyor, kazıyor, topluyor, gidiyor, geliyor, odaya kapanmış  bekliyor; geceleri yakalanırsa eğer bir fare diye. Şimdi kulaklar takırtıda, viklemede. Elim kolum bağlı bir şükür de kedimize. Bir yandan da buruk kalbim fareler keşke kalsalardı dışarıda diye. Kedi fare ilişkisi bu olsa da bir can yine de. 


Bazı şeyler var ki ben tekrarlamaktan sıkıldım; eminim ki siz de duymaktan. Bir hikayeler var ki yüzyüze düştüğümüzde gülmekten  zıplatan. Bir açlık var ki tanıdık bir sesi, kokuyu, tadı, dokunuşu, yakaladığında bağımlılık yaratacak olan. Eş'im uzakta da olsa bu yoğunlukta, annem var yanımda. Daha güzel ne olabilir ki bu kadar şeyin içinde acaba. 



30 Eylül 2017 Cumartesi

Neler Oldu Neler?

Artık asma katımız kullanıma açıldı. En büyük haber bu. Turan süper bir el becerisi ve yaratıcılıkla ve hızla korkuluğu yaptı. 2 haftadır televizyonsuzluk iyi gelse de Turan'dan sonra benim de yeni edindiğim kulak çınlaması semptomumla kafamın kaldıramadığı sesizliği  filmle bastırmış oldum. Günlük rutinlerim içinde henüz kendime ayırdığım bir vakit yok. Bio market, ucuz market, geri dönüşüm makineleri. Bez torbamı taşıma alışkanlığım her zaman doğru işlemese de sepetten arabaya arabadan torbaya da kolay aslında. Geri dönüşüm pet şişelerini makineye atmak yeni eğlencem. Geçen gün iki tanesini almadı. Israrcı davrandım ama işe yaramadı. Eve ilk taşındığımızda bırakılan pet şişe ve kasalardan toplam 17 euro kazandık.  İşleyen sisteme ayak uydurmak iyi geliyor. İstanbul'da kendi işlerimi paylaşmaya alışmışım. Çocuklarsız dışarıya çıkmaya da. Kıyafetlerimi her gün değiştirmeye de. Üşendiğimde burada yapmayacağım bir şeyi yapmaya da. Komşunun bahçesinde değil gözüm. Olduğum yerde mutluyum. Burada nedense çoğu şey daha kolay.  



Konuya dönersek, kötü şeyler yaptım. Mesela Ekin'in kakalı bezlerini umumi çöplere taşıdım. Neyse ki buna da Ekin çok hızlı bir çözüm buldu ve tuvaleti kullanmaya başladı. Yoksa " otobüs durakları çöp kutuları " soruşturması başlayabilirdi yakın zamanda. Sonuç, ben eğleniyorum ve bu ufacık katkımın doğru yerlere gittiğini biliyorum. Kağıt atıklar alındı mı? Alındıysa doğru yerlere ulaştı mı? Mavi  kapaklar ne oluyor? Kafam rahat. Bio çöp, topraga. Jelatin, strafor, konserve, yiyecek paketleri sarı torbaya. Karışık olanlar çöp kutusuna. Kağıtlar maalesef şimdilik yakılmaya. Topraktan çıkan düzgün tuğlalar kullanılmak üzere istiflenmeye, demirler satılmaya, tahtalar yakılmaya, kırık kiremitler boşlukları doldurmaya, sağlam kiremitleri verebilirsem  diye biriktirmeye çividir, plastiktir, kırık camdır büyüüüüük çöp torbasına, içkiyi seven milletin sirke kokulu şişeleri de geri dönüşüm kutularına. 

Başkaaaa... 

Ağaçların köklerini ferahlatmak için dolandığım dev böğürtlen dallarından kurtulmak ise ince iş. Kıyafetin takıldıysa sakın çekme tek tek kurtar kendini, saçın takıldıysa yandın, yardım almadan kurtulmak saçından bir tutam bırakmak demek çoğu zaman. En güzeli ufak bir esintiyle dökülen sarı yapraklar. Yavaş yavaş süzülüyorlar. Toprağın rengi değişiyor. Sarıya dönüyor.  Henüz barışamadığım ön bahçedeki beyaz küçüktaşlar yaprakların altına saklanıyorlar. Nedense yağmur kokusu bizdeki gibi değil. Toprak kokusu dersen burdakiyle henüz tanışamadık. Burnum hala bildiğimi arıyor. Kuşlar ise arada cıvıldayan. En uğrak komşumuz fareler. Bir şeker bir şeker. Eline alıp sevesin geliyor. Turan kökünü kazımaktan bahsediyor ben ise beslemeye yakın, hele bugün bir tanesiyle karşılaştıktan sonra... Teknik işleri ben anlamam onlar Turan'da. Koltuk, kanepe zamanla. İkinci el benim için tam anlamıyla fiyasko. Yaşanmışlarla döşemeyi planlarken olduk ikea. Favorim hornbach raflar. Her yer raf. 







Zamanla her şey yerini buluyor. Bir yere alışmak nasılmış hatırladım. Sevdiğim eşyalarımın yerini buluyor olması beni de kendi yerimi bulmama bir adım daha yaklaştırıyor. 


Evden çıktım mı bir "uuufffff" çekiyorum. Yaşadığın yerin dilini bilmemek biraz gıcık. Şu anda da öğrenme aşamasındaki sosyalleşme düzeyinde değilim. Geçmesini beklemem gereken bir döngüm var. Mekanlar değişse de aynı senle gidiyorsun sonuçta. Neye ihtiyacım var çok da bilmiyorum. Belki de hiç bir şeye? Bekleyip, görmece. 

Havalar artık soğudu. Akşamları 5 derece. Bizim kışımız, Tübingen'in sonbaharı. Sobayı yakmakta birazcık zorlanıyoruz ama başardık mı evimiz sıcacık. Yağmur, güneş, rüzgar her türlü hava durumu var. Sonbaharı daha önce bu kadar görerek, hissederek yaşadığımı hatırlamıyorum. Keyif için bir cezvem eksik. 

Bizdeki havadisler bunlar. Daha stabil bir hale geldik sayılır. 

Ama şu kesin, özledim. Orada sevmediğim çok şey olabilir ama sevdiğim de çok şey var. Ne diye sorsanız sayamam belki ama tanışıklığımız çok eski İstanbulla. 
Yakında görüşmek umuduyla.

22 Eylül 2017 Cuma

İyileşme

Evde ailecek kalmaya başlayalı, keyifle, kendi tempomuzda yerleşiyoruz. Mutfak, çocukların odası, bizim oda, takılan lambalar, değişen su pompası, yalıtılmaya başlanan kuyu, yavaş yavaş toplanan orman. Her şey sırası geldi mi şekillenmeye başlıyor. Sanki kolilerden çıkanlar bu ev için alınmış yıllar evvel. Eşyalar yavaş yavaş yerini buluyor. Ben ise hala yerini arayanlardanım hem evde hem de ormanda.  Henüz bulamadım. Buraya geldiğimden beri gerçekleşeceğine inandığım bazı masallar vardı. Heveslendiğim. Kendimi içinde gördüğüm ve yaşamla olan bağımı güçlendiren. Kendi şifalanmamı bulacağıma inandığım. Tübingen'e gelme sürecimizin benimle ilgili olan kısmını, bütün her şeyimi, yeni mesleğimi, çevremi bırakmamı düşünmeden kabul ettiğim bir yer vardı.



Hala orada mıyım? Çok şey değişti. Çok şey öğrendim, deneyimledim. İstemediğim hallere düştüm. Gözlemledim. Bazen olanda kayboldum. Unuttuğum şeyleri yaşadım. Bilmediklerimi öğrendim. Yalnız hissettim. Yalnız olduğumu  hatırladım. Uyuyamadım. Şükrettim. Evsiz ve çaresiz hissettim. Çekip gitmek istedim. Birlikte olacağımıza inandıklarımla ayrı düştüm. Ailem geldi bütünlendim.  Mesajlar, telefonlar geldi an'ımı hatırlatan. Bırakılmadım bir an ve şimdi bir evimiz var.



Bu yola girmiş olmaktan mutluyum. Emre'nin okuluna ağaçların gölgesinde yürüyebiliyor olmasından, okul bahçesinde çıplak ayak gezinen çocukların olmasından, okul yemeği için çocuklara vejetaryen seçeneğini sunabiliyor olmalarından, 35 kişilik okulda büyük bir aile gibi el birliğiyle yapılan işlerden mutluyum. 




Kendime düşene gelince, insanoğlunun düşünmeden, özenmeden, değer vermeden baktığı toprakları bu koca kara ormanlarda "Ben" bulunca şunu hissettim straforları, seramikleri ayıklarken toprakta. Benim bu yaşamdaki misyonum iyileştirmek olsa gerek. Emre'min göz tembelliği, Ekin'in pev'i nasıl ilgiyle, özenle, uzun ama verimli bir süreçle bu günlere geldiyse şimdi de yaşadığım ormanın toprağının bakılmaya, dokunulmaya, iyi olabilmesi için göz kulak olunmaya ihtiyacı var diye düşündüm; o minicik camları ayıklarken topraktan. Sokakta, okulda çıplak ayak dolaşan oğluma ormanımıza gelince "giy ayakkabılarını" demek içimi acıtsa da  ben  temizleyeceğim, çapalayacağım ve iyileştireceğim toprağımızı üstünü örtmeden, sabırla, pes etmeden taa ki çıplak ayaklarımız o toprağa deyinceye kadar. 



Belki de topraklanacağım an değil benim şifalanmam, o an'a giden yolda. O yolda bana sabrı ve kabul etmeyi öğretecek. Gözlerimi çirkinliklere kapatıp, güzelliklere yoğunlaştırırken. Huzur ve mutluluk içinde. Barış ve sevgiyle. Bugün ve diğer günler elimden gelenin en iyisini yaptığıma inanarak. 

11 Eylül 2017 Pazartesi

Ne zor günler ... 

 Bedenim, ruhum, zihnim allak bullak.
Çevremdeki güzelliğe odaklanamıyorum. Hayalini kurduğumla ve hayalimde olmayanla kaldım.

Çocuklarım yanımda ama onlarla zaman geçiremiyorum. Yemek yemek yalnızca karnımı doyurduğum, oturmak belimin ağrısını azalttığım, yatağıma yatmak yalnızca uyuduğum, dışarı bakmak toplamam gerektiklerim, dışarı çıkmak eksikleri giderdiğim... 

Kulaklarım burdaki sessizlige şaşkın, parmaklarım dokunduğumda hissedemeyecek kadar sert, gözlerim fıldır fıldır yapılması gerekenlerle meşgul, ağzımda toz, demir, çöp tadı, burnum tanıdık bir kokuya hasret... 

Zor, bu günler benim için çok zor...

  Ruhum yaşadıklarıma  şaşkın rölantide, zihnim kızgın en çok da kendime...


2 Eylül 2017 Cumartesi

Bana Neler Oluyor

Günlerimiz çok hızlı ve yoğun geçiyor. Burada okulların açılmasına 1 hafta kaldı. Evimiz yaşanabilir hale geliyor. Bahçe ve evin çevresiyle  ilgili yapmamız gereken çok şey var. Çocuklar için çok da güvenli olmayan bir halde. Yalıtımlarımız, ısıtmamız en elzem ihtiyaçlar bence. Tanımadığımız bir şehirdeyiz ve bu ihtiyaçlarımızı gidermek için olana ayak uydurmak zorundayız. Benim tarihim okullardan önceki hafta yerleşmekti ve en azından çocuklar için konforlu bir ortam hazırlamış olmaktı. Artık gerilmeye ve heyecanlanmaya başladım. Havalar soğuyor. Eşyalarımız kolilerde, annem gelecek. Bir an önce geldiği gün olsun istiyorum. Hem çok özledim hem de yardıma ihtiyacım var. Belki biraz yalnız kalmaya. Emre'nin doğum gününde kuzenlerim gelecek. Tabii ki dört dörtlük olmasını beklemiyorum ama heyecanlıyım.

Bütün bu süreç içersinde Turanla sınırlardayız. Bazen birbirimize giriyoruz ardından sakinleşiyoruz bazen de o noktaya gelmemek için ikimiz de susuyoruz; demek istediklerimizi içimizden sayıp, göz kotağından öte yüzyüze bile gelmiyoruz. Bazen çocuklar bizi susturuyor. Birbirimizden başka takabileceğimiz kimse yok. Dengelenmemiz ve dengelememiz gerekiyor. Her zaman yapmak kolay olmuyor. Ama şu dönem bence fena değiliz. Hızlı, pratik, ve programlı olmamız gerekiyor. Mutfak, banyo, bit pazarları, eskiciler bu işin keyifli zamanları. Ama bunların bir araya getirilip çalışır hale gelmesi zaman ve bu zamanı kestiremiyor olmak artık beni rahatsız ediyor. Sanki  "puuufff"  bir anda bir şey oldu ve o sakin, kabul eder ben ortadan kayboldu. Dün gece hiç uyuyamadım. Dişim, kulağım ve bacağım ağrıyor. Dışarıda yağmur yağıyor ve hava soğuk. Araba tamirde. Kendimi eski halime çekmeli miyim yoksa artık panik olup her şeyin daha hızlı olabilmesi için bir şeyler yapmalı mıyım ya da ben bir şey yapabilir miyim ki?  Tabii ikinci seçenek içinde stres barındırıyor. Bir anda yoruluverdim resmen. Acaba şimdi mi ağlamaya başlamalıyım. Göz yaşlarımı bunun için mi saklamıştım.

Bugun bayramın birinci gunu. Yarın elektrikçi, su tesisatcısı ve duvarcı gelecek. Bütün malzemeleri hazırlamış, paketlerinden çıkarmış ve yerlerine koymuş olmamız gerekiyor. Turan'ın yardıma ihtiyacı var. Çocukların tamamlanmamış bir evde vakit geçirme süreleri kısıtlı. Bugun evdeki işleri halledebilmek için konforlu alan yaratmam gerekiyor. Dışarsı yağmurlu ve ben çocukların çizmelerini İstanbul'da unuttum. Bugun evimizde vakit geçirebilmeliler. Turan yarın için zemindeki tahtaların üstünü örtüyor. Birazdan bizi alacak ve Hornbach'a küvet almaya gidicez. Gerekli son parçalar.       Oradan eve. Bakalım bu akşam nasıl bitecek? Yarın herkes  üstüne düşeni yerine getirecek ve bizim tuvaletimiz, mutfağımız ve elektiriğimiz olacak mı?

Almanca bilmiyorken musluk, kuvet, evye ve bağlantılarını almak ne de zor. Sonunda yardım edecek birini bulduk. Yanlış ve eksik alınmış ne de çok şey var. Saatlerimiz akıp gidiyor. Çocuklar yanımızda ne ile oynayacağını şaşırmış vaziyette. Ağlamalar, bağırışlar da yanında. Alınanları römorka yükle. Römorktan eve taşı. Banyodaki fayansları taşı. Aldığımız dolapları monte et. Akşam oldu 22:30. Çocuklara bowling ve pizza sözümüz var. İçimizden umarız kapanmıştır diyoruz ama tam tersi asıl olay geceleriymiş. Yorgun, pis atıyoruz kendimizi koltuklara. Bir el bowling yanında pizza. Nasıl eve geldik, nasıl yatağa yattık bilmiyorum. Bakalım yarın nasıl bir gün olacak.




Sobaaaa, sobaaaaa ev buz gibi. Uyku tulumları, örtüler var tamam da acil soba :))


28 Ağustos 2017 Pazartesi

Ben, Biz, Hepimiz


İki çocukla birlikte yeni bir hayat kararı vermek, bütün alışkanlıklarını geride bırakmak içsel olarak zor olsa da şanslıyız ki  teknik anlamda pek çok şey akışında gitti. Tabii içimde bitmek bilmez bir tedirginlik vardı ki hala var, çocuklar nasıl uyum sağlayacak diye.Yaşayacağımız yer, dil, okul, yeni edindiğim gönlümü verdiğim mesleğim derken açılan bu kapıdan geçmeden kapatmak evrenin bana verdiği mesajı göremezlikten gelmek olur diye düşündüm. Turanla birbirimize inandık  ve göç etme yolunda üstümüze düşenleri yerine getirmeye başladık. Hazırlanma süreci içersinde en az kendimi dinledim. Benden başka herkesin kendini iyi hissetmesi daha önemliydi. Ne hissediyordum, ben uyum sağlayabilecek miydim, aşkla yaptığım mesleğim için neler yapabilecektim, öğrendiklerimi nasıl paylaşacaktım. Geride bıraktıklarım değil, çocuklarım değil de yalnız "Ben" ne olacaktım, güvenli alanlarım olmadan nasıl yaşayacaktım bu yeni hayatta. Evet, zaman geleni kucaklama zamanıydı. Soruların yanıtı yoktu yaşamadan ama dilerdim ki bir durmayı ve kendime "Bu şehir artık senin yaşadığın şehir değil. Ablan ve yiğenlerin 15 dakikalık uzaklıkta değil.  Nefret ettiklerimle birlikte hayran olduklarım da gidiyor. Annem, arkadaşlarım, akrabalarım ve tabii daha çok saygı ve sevgi görmeyi hak eden, gönlümü verdiğim kadınlarım." demeyi aklımın ucundan geçirdiysem de oradan hemen uzaklaştım.


Ozan'ım neredesin
 Her yakarışımın bir tesellisi vardı elbet. "Alışırısın, çok güzel olacak, çocuklarını düşün, yapamazsan dönersin, ...."  Biliyorum bunların hepsini biliyorum. değişimlerin ne demek olduğunu biliyorum. Rutinim bozulduğu için bedenimin, zihnimin, ruhumun alt üst olduğunu biliyorum. Mutlu olmak benim seçimim olacak biliyorum. Ama unuttuğum "Ben" bir kez bile ağlamadım; belki ablamdan ayrılırken yalnızca. Kaşlarımı yukarı kaldırdım, sesim titredi hafif konuştum ama o göz yaşlarımı bir türlü dökmedim. Çünkü teselli edilmek istemedim. Kucaklanmak, dokunulmak, belki yalnızca durmaktı istediğim ama onu da aramadım. Yalnız kalacak olan bendim bir türlü bunu unutamadım.

Haftalarca gittik gidecez derken biletleri alınmış bulundu. O zaman daha da dank etti. Evi hemen boşaltmıyorduk ama neler gidiyor, neler kalıyor, kalanları kim alıyor derken her sey paylaşılmış oldu. Vedaları sevmem ama kutlamalara bayılırım. Uçağımızdan önceki gün çanta toplamayı dönüştürdük bir partiye. Kuzen, arkadas, çocukların arkadasları derken toplandık bizim evde. Salondaki masaya hazırlandı eskici pazarı. Niyetim götüremediklerim sevdiklerimin evlerinde alsın yerlerini. El birliğiyle valizler toplandı erkenden, keyifler yapıldı. Herkese sıkı sıkı sarılındı. Toplam 6 valiz, cocuklarda birer çanta, bizlerde ikişer canta çıktık sabah yola. Ben istemedim yolcu edilelim. Biliyordum ki o tuttuğum göz yaşları ablamla annemle olacak birer şelale. Turan'ın ailesinden gelenler oldu. Yolculuğumuzun başlangıcı sayelerinde kolay oldu. Yine boğazımda bir düğümlenme, gözlerim dolu dolu, sesim titrek ama bırakmadım kendimi.


Sena şarkı söylemeden olmaz tabii :)

Almanya'nın Tübingen şehrine taşındık. Uzun zamandır düşünülen, hayalleri kurulan, uygun ortamın yaratılması beklenen bir plan değildi aslında. Turan bir gün geldi ve gidebilmemiz için her koşulun varolduğu haberini getirdi. Şimdi neredeyse 3 haftadır burdayız. Arkadaşlarımızda kalıyoruz. Kalacağımız yer belli. Evimizin bizi ağırlaması için biraz yardıma ihtiyacı var. Biz de destek oluyoruz. Taşınmamıza baya bir zamadır az var ama işler her zaman planlandığı gibi gitmeyebiliyor. Biz rahatız ve huzurluyuz. Yanımızda getirmediklerimizden dolayı hafifiz. Hayal kuruyoruz elbet, artık çok yakınız ama zamanını biz koymuyoruz. Olabileceğin en iyisini yapıyoruz onu biliyoruz; bu da bize yetiyor.
Özlüyorum tabii. En çok da çocukları. Koklamaya, oynamaya doyamadığım bebekleri.
Bir yandan da inanıyorum ki bizim bu adımımız herkese olacak bir kapı. Gezip keşfetmelerine, bizimle zaman paylaşmalarına, kim bilir belki de günün birinde buraya gelmelerine.

18 Ağustos 2017 Cuma

Yolculuğum Nereye

Dünya'da başka bir yere.

Bazı anlar vardır; karşına öyle bir kapı çıkar ki ardında ne olduğunu daha önce hiç yaşamadığın için bilemezsin. Hayal kurmak istersin ama korkarsın ya fazlası olursa, ya hayal kırıklığına uğrarsam diye; olduğun yerde çakılıp kalmak istersin. Tek bildiğin nelerden vazgeçtiğindir. Karşındaki ise ışıktır; sana kucak açan ve der ki sana "cesur ol, cesaret hep mukafatlandırılır."


İlk Emre'ye hamile kaldığımda karşılaşmıştım. Hayatım artık eskisi gibi olmayacaktı. Daha kötü olamazdı, bir yaşam kaynağım olacaktı. Orada bir bilinmezlik vardı ama içi sevgi ve mutluluk dolu. O zaman ömrün bir hayat yaşamak için çok uzun olduğuna karar verdim ve minik bir canla  2. perde başladı.




Kadın olmak, eş olmak, anne olmak, aile olmak bunlar ne demekti ya unuttum ya da hiç bilmedim. Olanı yaşamak, yaşadığımı kabul etmek ve kendi bildiğimin en iyisini yaparken kendime göre daha fazla ne öğrenebilirim onu bulmaktı ömrümdeki yeni hayatı sürdürürken ki niyetim.


Çok güzel şeyler oldu, kötü şeyler de, üzüldüm, durmadan ağladım da, kimi zaman kendimden nefret ettim kimi zaman herkesten, şüphe duydum, kendimi kaybettim, zihnimi, kalbimi, ruhumu dinleyip keşfetmek istedim. Ne oldu, ne oluyor, neredeyim hep bir kayboldum.

Şimdi bizim için yeni bir başlangıç. Hep bahsettiğim, hep aradığım, hep hayalini kurduğum bir hayat daha bu koca ömürde.

Aradığım toprak memleketimde değil ama Dünya'mda, insanım dilimden değil ama kalbimden, zihnim karmaşık ama dinginliğim içimde, hayaller gerçek ama hayalime inancım ayakta tutulan.... yol alıyoruz benim için bilinmeze doğru.

Ben an'ımdayım. Ne gelecekteyim; ne de dünümün yasını tutuyorum. Yalnızca kucak açıyorum.


Gelene uyumlanabilmek için, keyfini çıkarabilmek için dua ediyorum.