25 Mayıs 2014 Pazar

İnsan Olmak


21 Mayıs, ilk defa bebeğimizin hareketlerini hissettik. Heyecan verici, şaşırtıcı ve acayip bir duygu. Yaşadığım mucizenin ilk dokunuşları. Doğurmak ne kadar da sıradanlaştırıldı ölümün de sıradanlaştırıldığı gibi. Yerlerde göklerde mucizeler ararken dünyaya gelen canlıların mucizesini nasıl da kaçırır olduk. Yaratmaktan daha büyük bir güzellik var mıdır canlı olmanın olağanüstülüğünü gösteren. Üstelik hayatın bu kadar ucuz ve önemsiz olduğu bir ülkede yaşarken. 

İnançlı olmak nedir? İbadet etmek midir? Önce yaşama, sahip olduğumuz dünyaya, birbirimize, böceklere, ağaçlara, suya, dağlara değer vermek değil midir? Bunların değerini bilmeyen, korumasını bilmeyen, saygı göstermeyen, yaşamın neresinde inançlıdır? Yarattığı etkinin insanlar, hayat üstündeki gücünü bilmeyen önem vermeyen yalnızca inandığına inanan mıdır inançlı?  Bir hayvanı tekmelerken inancını unutan, bir çiçek koparıldığında inancını unutan, bir insan öldüğünde inancını unutan, bir ağaç kesildiğinde inancını unutan, kendi çıkar yaşamından ötürü insanlar öldüğünde, öldürüldüğünde inancını unutan böyle bir mucizenin varlığını da unutması olağan değil mi o zaman. Bütün bunları kanıksayabilen, gören ve kabuledilebilir bulan, her şeyin kaderden ibaret olduğunu düşünen mi inançlıdır? 

Sahip olduklarımıza minnet duymayı neden beceremiyoruz. Çevremde hala musluktan şakır şakır su akıtırken rahatsızlık duymayanlar var ya da sigara izmaritinin ne kadar uzun sürede doğaya karıştığını bildiği halde tereddüt etmeden parmağıyla fırlatan. Haksız olduğunda karşındakine haklısın diyemeyen. Görmediğini umursamayan. "Ben mi kurtaracağım" gibi sığ bir anlayışa sahip olan ve hunharca yok eden. Yaşamanın mucizevi olduğunun ne kadar farkındayız günümüz akıp giderken? İşte bu nedenle Emirgan Korusu'nu gezebilmek için Büyükçekmece'den Fatih'den Başak Şehir'den gelenler olacak. Belgrad Ormanı'na gitmek için kilometreler kat edenler. Dünyasıyla iç içe yaşayamayan, köpekten korkan, böcekten iğrenen, ağaca tırmanamayan bir nesil var olacak. Parka gitmenin İstinye Park'a gitmek olduğunu zanneden, alışveriş merkezinde gezmekten orman görmeyen, ağaca, doğaya önem vermeyen çocuklar olacak ki zaten var. Bu kadar yok edersek; geleceğimizin kati kaynaklarını öğretmez, anlatmaz, değerleri vermezsek mecburuz hak etmediğimiz bu hayatı yaşamaya. Müslüman, kadın, erkek, alevi, kürt, ermeni, musevi, gay olmaksa inancımızı şekillendiren, değerlerimizi o zaman nasıl anlarız, nasıl görürüz  varolan yaşamın mucizesini. İnsan olmaktan öte var mıdır bizi farklı yapan?

Neredeyse 5 aylık hamileyim. Ne çok ağladım, uykularım kaçtı memleketimin insanlarının "inançlı" olup da yaşama verdiği tahribata, alınan canlara şahit oldukça. Bebeğim bu göz yaşlarının izleriyle gelecek dünyaya ve ben ona tek bir şey öğreticem bu dünyada her şeyiyle hep beraber yaşamayı, insan olmayı.

11 Mayıs 2014 Pazar

Annelik Mucizesi


Emre doğduğunda zamanının çoğunu kucağımda ve ayakta dolaşarak geçirdi. Dolaşmayı severdi. Birlikte uyumaya bayılırdık. İkinci bebeğimizde de aynı şekilde birbirimizden ayrılmadan geçirmeyi planlıyoruz. Birlikte yıkanacağız, yine birlikte uyuyacağız. Emre derseniz, karnımdaki bütünleşmesinden sonra göğüsümdeki bütünleşmeyi yadırgamayacaktır. Ona olan ilgimde bir yoksunluk olmadığı sürece. 
Geçen akşam Turan'a, hastanede kaldığımız geceyi annemle değil de onunla geçirmek istediğimi söyledim.  Ne de olsa artık deneyimliyiz. Her şey yolunda giderse Emre'nin de bizimle hastanede kalmasına karar verdik. Ailecek olmamız gereken, aramızdaki bağı güçlendirecek günler olduğunu düşünüyoruz. İki çocuğumdan da birbirleri için fedakarlık yapmalarını bekleyemem. O fedakarlığı bizim yapmamız gerektiğine karar verdik.

İngilizcesini alman tanıdığımın hediye ettiği türkçesini ise çok tesadüfi bir şekilde Neşe'den bulduğum kitap "Dokunmanın Mucizesi" " The Continuum  Concept" yazar Jean Liedloff'un 2 yıl boyunca gözlemlediği Güney Amerika ormanlarında yaşayan yerlilerden edindiği deneyimlerle ilgili. Bebekler için kucak safhasının önemini, gıdıklanan, öpülen, ilgi gösterilen bebeklerin asıl işinin annesinin davranışlarını, ilişkilerini ve çevresini ya da diğer çocukları gözlemlemek olduğunu anlatıyor. Kucaktaki bebek edindiği gözlemlerle insanların yaptıklarını anlamaları ve insanlık içindeki yerlerini almaya hazırlandıkları bir süreklilik olgusundan bahsediyor.  Bebek acıktığında ağlaması gerekmiyor sadece homurdanarak  annesinin göğüsüne kendiliğinden ulaşabiliyor.  Ufak hareketlerle, seslerle kucağınızdaki bebeğin ne istediğini anlayabiliyorsunuz. Tabii günümüz şehir yaşamında anneler sabahtan akşama bebeğini kucağında taşımak istemiyor. Ama neden alışverişlerinizi bebek arabasına koyup bebeğinizi kucağınızda taşımıyorsunuz.  Bu tavsiyeyi makul karşılayıp uygulayacak olanlar eve gittiklerinde de devam etmek isteyeceklerdir diyor Jean Liedloff. Bunu biri bize söylediği için değil, yarattığı farklılıkları hissettiğimiz için devam etmek isteyeceğimizi savunuyor yazar.

" Bir bebeğe nasıl davranılması gerektiğini belirlemek mantığın işi değildir... Çocuk bakımının her detayında uzman olan gayet kesin iç güdülere sahiptik..."  

Bebek korunaklı anne karnından çıktıktan sonra eğer annenin güvenli kollarında değilse vücudunu artık cansız hava sarmaktadır. Ama bebek anne karnındayken binlerce yıldır  aktarılan deneyimlerin bilgisiyle büyümüş ve ilk insanların edindiği beklentilerle dünyaya gelmiştir ve kucaktaki yer beklediği yerdir. Anne kucağında güvendedir. Yalnız bırakılan bebek etrafında olanları değerlendiremez. Annesinin birazdan döneceğini bilemez. Ağlamaya başlar. Uzun süre ağlamaya bırakılan bebek umutsuzluğa düşer. Annesi ona döndüğünde ise kendini iyi hisseder, neden ağladığını unutur. Yaşam çizgisi yeniden bağlanmıştır. Anneyle bağını sürdüren çocuklar zamanı geldiğinde zaten bağımsızlaşacaklardır. Yazarın gözlemlediği bir diğer nokta ise süreklilik prensibiyle annesiyle ilişkisini tamamlayan çocuk diğer kardeşlere karşı kıskançlık duymaz çünkü o sürecini tamamlamıştır, eksik kalmamıştır. Bir diğer gözlemi ise kabiledekilerin hayatı kabul edişleri ve bundan şikayet etmemeleri, her anı, ne kadar zorlayıcı olursa olsun, zevkle yaşamaları. Zorlukları külfet değil hayatın parçası olarak görmeleri. Sakin, mutlu, anlayışlı bir hayat sürmeleri.

 Kavgaların, kıskançlıkların, hırsların olmadığı yalnızca yaşamın değer verildiği bir dünya. Bizim çok uzak olduğumuz bir dünya.

Anneler gününüz kutlu olsun :)