3 Ağustos 2014 Pazar

Bunları Biliyor Muydunuz?


Doğum yapmakta olan bir kadın çömeldiği zaman leğen kemiklerinin tabanındaki açıklık, sırt üstü yatarken olduğundan yüzde 28 oranında daha geniş bir hale gelir.

 Doğum masasında sırt üstü yatarak doğum yapma uygulaması, o zamanlar yaygın olarak uygulanan doğum sandalyesine bir alternatif olarak 1738 yılında Fransa Kraliçesi'ne doktoru François Mauriceau tarafından önerilmiş ve yaygınlaştırılmıştı. Moriceau bu şekilde doğum yapma konusunda kadınları teşvik ediyordu ama bunun nedeni bu şekilde doğum yapmanın kadınların işini kolaylaştırması değil, sorunlu doğumlarda denetimin kendisinde olmasını sağlaması ve forseps kullanmasına izin vermesiydi.


DOĞUM DURUŞLARI
- Eller ve dizler üzerinde
- Diz üstü çökme
- Oturma
- Çömelme
- Ayakta durma
- Tuvalette
- Sırt üstü yatma 
- İpler
- Hamak


 Doğum Esnasında Vajinayı Kesi Yaparak Genişletme Salgını

1- Çoğu doktor kesi yapmadan bir bebeği rahim boynundan doğurtmayı öğrenmemişlerdir. 

2- Doktorların doğum sırasında tercih ettikleri duruş, kesi yapılmasını daha çok gerektiren sırt üstü yatıştır. 

3- Çoğu doktor düzenli olarak kesi yapma kararlarını, kesi yapılmasının doğum kanalında hasar oluşmasını önleyeceği düşüncesine dayandırmaktadır. Ancak araştırmalar bu düşünceyi desteklememektedir. 

4- Epidural kullanımı forseps kullanımını arttırmakta, bu ise kesi yapılmasını gerektirmektedir. 

5- Kesilen alanda oluşan çoğu yırtılmanın nedeni kadınların anantomik bir zafiyeti değildir, bebeğin başı göründüğünde kadına ıkınması için yapılan iyi niyetli, hummalı "IKIN" tezahüratları ve kadının sırt üstü yatırılıp bacaklarının yukarı kaldırılarak sabitlenmiş olmasıdır. Doktorlar gördükleri çoğu yırtılmanın nedeninin bu durum olduğunu anlayamadıkları için kesinin yapılması gerektiğine olan inançları güçlenmektedir.


İçgüdüsel Doğum kitabından alıntıdır. 

25 Mayıs 2014 Pazar

İnsan Olmak


21 Mayıs, ilk defa bebeğimizin hareketlerini hissettik. Heyecan verici, şaşırtıcı ve acayip bir duygu. Yaşadığım mucizenin ilk dokunuşları. Doğurmak ne kadar da sıradanlaştırıldı ölümün de sıradanlaştırıldığı gibi. Yerlerde göklerde mucizeler ararken dünyaya gelen canlıların mucizesini nasıl da kaçırır olduk. Yaratmaktan daha büyük bir güzellik var mıdır canlı olmanın olağanüstülüğünü gösteren. Üstelik hayatın bu kadar ucuz ve önemsiz olduğu bir ülkede yaşarken. 

İnançlı olmak nedir? İbadet etmek midir? Önce yaşama, sahip olduğumuz dünyaya, birbirimize, böceklere, ağaçlara, suya, dağlara değer vermek değil midir? Bunların değerini bilmeyen, korumasını bilmeyen, saygı göstermeyen, yaşamın neresinde inançlıdır? Yarattığı etkinin insanlar, hayat üstündeki gücünü bilmeyen önem vermeyen yalnızca inandığına inanan mıdır inançlı?  Bir hayvanı tekmelerken inancını unutan, bir çiçek koparıldığında inancını unutan, bir insan öldüğünde inancını unutan, bir ağaç kesildiğinde inancını unutan, kendi çıkar yaşamından ötürü insanlar öldüğünde, öldürüldüğünde inancını unutan böyle bir mucizenin varlığını da unutması olağan değil mi o zaman. Bütün bunları kanıksayabilen, gören ve kabuledilebilir bulan, her şeyin kaderden ibaret olduğunu düşünen mi inançlıdır? 

Sahip olduklarımıza minnet duymayı neden beceremiyoruz. Çevremde hala musluktan şakır şakır su akıtırken rahatsızlık duymayanlar var ya da sigara izmaritinin ne kadar uzun sürede doğaya karıştığını bildiği halde tereddüt etmeden parmağıyla fırlatan. Haksız olduğunda karşındakine haklısın diyemeyen. Görmediğini umursamayan. "Ben mi kurtaracağım" gibi sığ bir anlayışa sahip olan ve hunharca yok eden. Yaşamanın mucizevi olduğunun ne kadar farkındayız günümüz akıp giderken? İşte bu nedenle Emirgan Korusu'nu gezebilmek için Büyükçekmece'den Fatih'den Başak Şehir'den gelenler olacak. Belgrad Ormanı'na gitmek için kilometreler kat edenler. Dünyasıyla iç içe yaşayamayan, köpekten korkan, böcekten iğrenen, ağaca tırmanamayan bir nesil var olacak. Parka gitmenin İstinye Park'a gitmek olduğunu zanneden, alışveriş merkezinde gezmekten orman görmeyen, ağaca, doğaya önem vermeyen çocuklar olacak ki zaten var. Bu kadar yok edersek; geleceğimizin kati kaynaklarını öğretmez, anlatmaz, değerleri vermezsek mecburuz hak etmediğimiz bu hayatı yaşamaya. Müslüman, kadın, erkek, alevi, kürt, ermeni, musevi, gay olmaksa inancımızı şekillendiren, değerlerimizi o zaman nasıl anlarız, nasıl görürüz  varolan yaşamın mucizesini. İnsan olmaktan öte var mıdır bizi farklı yapan?

Neredeyse 5 aylık hamileyim. Ne çok ağladım, uykularım kaçtı memleketimin insanlarının "inançlı" olup da yaşama verdiği tahribata, alınan canlara şahit oldukça. Bebeğim bu göz yaşlarının izleriyle gelecek dünyaya ve ben ona tek bir şey öğreticem bu dünyada her şeyiyle hep beraber yaşamayı, insan olmayı.

11 Mayıs 2014 Pazar

Annelik Mucizesi


Emre doğduğunda zamanının çoğunu kucağımda ve ayakta dolaşarak geçirdi. Dolaşmayı severdi. Birlikte uyumaya bayılırdık. İkinci bebeğimizde de aynı şekilde birbirimizden ayrılmadan geçirmeyi planlıyoruz. Birlikte yıkanacağız, yine birlikte uyuyacağız. Emre derseniz, karnımdaki bütünleşmesinden sonra göğüsümdeki bütünleşmeyi yadırgamayacaktır. Ona olan ilgimde bir yoksunluk olmadığı sürece. 
Geçen akşam Turan'a, hastanede kaldığımız geceyi annemle değil de onunla geçirmek istediğimi söyledim.  Ne de olsa artık deneyimliyiz. Her şey yolunda giderse Emre'nin de bizimle hastanede kalmasına karar verdik. Ailecek olmamız gereken, aramızdaki bağı güçlendirecek günler olduğunu düşünüyoruz. İki çocuğumdan da birbirleri için fedakarlık yapmalarını bekleyemem. O fedakarlığı bizim yapmamız gerektiğine karar verdik.

İngilizcesini alman tanıdığımın hediye ettiği türkçesini ise çok tesadüfi bir şekilde Neşe'den bulduğum kitap "Dokunmanın Mucizesi" " The Continuum  Concept" yazar Jean Liedloff'un 2 yıl boyunca gözlemlediği Güney Amerika ormanlarında yaşayan yerlilerden edindiği deneyimlerle ilgili. Bebekler için kucak safhasının önemini, gıdıklanan, öpülen, ilgi gösterilen bebeklerin asıl işinin annesinin davranışlarını, ilişkilerini ve çevresini ya da diğer çocukları gözlemlemek olduğunu anlatıyor. Kucaktaki bebek edindiği gözlemlerle insanların yaptıklarını anlamaları ve insanlık içindeki yerlerini almaya hazırlandıkları bir süreklilik olgusundan bahsediyor.  Bebek acıktığında ağlaması gerekmiyor sadece homurdanarak  annesinin göğüsüne kendiliğinden ulaşabiliyor.  Ufak hareketlerle, seslerle kucağınızdaki bebeğin ne istediğini anlayabiliyorsunuz. Tabii günümüz şehir yaşamında anneler sabahtan akşama bebeğini kucağında taşımak istemiyor. Ama neden alışverişlerinizi bebek arabasına koyup bebeğinizi kucağınızda taşımıyorsunuz.  Bu tavsiyeyi makul karşılayıp uygulayacak olanlar eve gittiklerinde de devam etmek isteyeceklerdir diyor Jean Liedloff. Bunu biri bize söylediği için değil, yarattığı farklılıkları hissettiğimiz için devam etmek isteyeceğimizi savunuyor yazar.

" Bir bebeğe nasıl davranılması gerektiğini belirlemek mantığın işi değildir... Çocuk bakımının her detayında uzman olan gayet kesin iç güdülere sahiptik..."  

Bebek korunaklı anne karnından çıktıktan sonra eğer annenin güvenli kollarında değilse vücudunu artık cansız hava sarmaktadır. Ama bebek anne karnındayken binlerce yıldır  aktarılan deneyimlerin bilgisiyle büyümüş ve ilk insanların edindiği beklentilerle dünyaya gelmiştir ve kucaktaki yer beklediği yerdir. Anne kucağında güvendedir. Yalnız bırakılan bebek etrafında olanları değerlendiremez. Annesinin birazdan döneceğini bilemez. Ağlamaya başlar. Uzun süre ağlamaya bırakılan bebek umutsuzluğa düşer. Annesi ona döndüğünde ise kendini iyi hisseder, neden ağladığını unutur. Yaşam çizgisi yeniden bağlanmıştır. Anneyle bağını sürdüren çocuklar zamanı geldiğinde zaten bağımsızlaşacaklardır. Yazarın gözlemlediği bir diğer nokta ise süreklilik prensibiyle annesiyle ilişkisini tamamlayan çocuk diğer kardeşlere karşı kıskançlık duymaz çünkü o sürecini tamamlamıştır, eksik kalmamıştır. Bir diğer gözlemi ise kabiledekilerin hayatı kabul edişleri ve bundan şikayet etmemeleri, her anı, ne kadar zorlayıcı olursa olsun, zevkle yaşamaları. Zorlukları külfet değil hayatın parçası olarak görmeleri. Sakin, mutlu, anlayışlı bir hayat sürmeleri.

 Kavgaların, kıskançlıkların, hırsların olmadığı yalnızca yaşamın değer verildiği bir dünya. Bizim çok uzak olduğumuz bir dünya.

Anneler gününüz kutlu olsun :)

30 Nisan 2014 Çarşamba

Annelik Yolculuğumun Başlangıcı


Emre'ye hamile kaldığımı öğrendiğimde bebek için kesinlikle hazır değildik. Bambaşka bir bekar hayatım vardı; eğlenceli, gezmeli, çalışmalı. Bencilce görünebilir ama kendi mutluluğum olmadan başkasına mutlu bir hayat verebileceğime inanmıyordum. Doktor ne yapacağımıza karar vermemiz için zaman verdi. Kocam adına konuşmak istemem ama ben hayatımındaki bu büyük değişiklikten korkuyordum. Pek uzun ilişkilerin insanı olmayan ben, evlenecek, ev kuracak, çocuk sahibi olacak, çalışmayı bırakacaktım. Her zaman çocuk sevmişimdir. Ne yapacağımı düşünerek bir yere varamayacağımı anladım. Sevdiğim bir adam vardı. Aile olabilirdik. Aşktan doğmuş bebeğimiz karnımdaydı. Hayatımızda yollar, seçimler olur ya işte benim en muhim seçimim Emre'ydi. Bildiğim tek şey hiç bir zaman pişman olmayacağımdı. Korktuğum tek şeyse nasıl gezeceğimdi. Komik ama çocukluğumdan beri hep hayalim yeni yerler görmekti. Yıllarca, değer verdiğim eşyam olmasını istemedim istediğim zaman gidebilmek için. Mesleğimi ona göre seçmeye çalıştım. Otostopla gezdim. Parkta yattım. Kumsalda yattım. Kamyonun arkasında uyudum. Burnumun dibi olsun yeni bir yer olsundu. Gezmek için iş almadım. Kazandığımı gezmeye harcadım. Doğada oldum mu kendimden geçtim inancımı, yüreğimi, geldiğim yeri buldum. Emre'den sonra da öğrendim ki gezmeyi engelleyen bebek ya da çocuk olamaz, insanın kendisinden başka; "onlar" gezmeye sebep olur ancak. Şimdi bana derler karı koca gidin bir kafa dinleyin diye. Benim görüp de oğlumun göremediği bir güzelliği ben nasıl anlarım. Oğlum mu ne anlar?  Benden çok anlar güzellikleri. Daha çok fark eder bizim puslanmış zihinlerimizden, kalplerimizden. Seninle anlar coşkuyu, sevgiyi, güzelliği. 

O yüzden ayırmayız Emre'yi yanımızdan. Ona alan tanırız, rahat bırakırız. Öyle olunca biz  de rahat ederiz. Düştü mü, yere düşürdüğünü yedi mi, pis mi temiz mi pek bakmayız öyle şeylere. Minnacıktı emekleyerek havuzun kenarına gider suyla oynardı. Buna seyirci olmamız herkesi çıldırtırdı. Hep inandık ki farkları yaşadıkça öğreniyor ve her canlının yegane amacı yaşamına devam etmekti. Tehlikeler olmadı mı oldu tabii. Hepsinden kurtardık sağsalim. Temkinli olmak engel olmak olmamalıydı. Elbet günlük hayatımızın rutinleri vardır. Doğada, tatilde olduk mu da sınırımız yoktur özgürlükte. Şimdi 2. geliyor. Emre'ye hamileliğim de daha az kitap okumuştum. İç güdülerim deyip duruyordum. Şimdi iç güdülerimin körelmiş olduğunun farkındayım. Ben de ilkel kabilelerin kaybetmediği bağları, günümüz şehir hayatına adapte etmeye çalışıyorum.  Tabii ki de zorlanıyorum. 
İnsan ne zaman mı değişir, çocuğu için değişir. Daha sabırlı olmayı öğreniyorum. Daha iyi beslenmeyi, korkularımın, fobilerimin üstüne gidiyorum. Oğlum eğer aynı şeylere sahip olacaksa bile benim yüzümden değil kendi deneyimlerinden olsun istiyorum. 

Sonuçta dünyaya değer veren ve koruyan, dürüst, adil, eşitlikçi, sevgi dolu bir birey yetiştirmek değil mi hepimizin amacı? Eminim ki Emre de kardeşiyle birlikte sevginin paylaşıldığını değil ancak sevginin çoğaldığını anlayacaktır.

28 Nisan 2014 Pazartesi

Annelik Yolculuğum

Nerdeyse 15 haftalık hamileyim. Bu 2. çocugumuz olacak. İlki kadar heyecanlıyım. Bu sefer ne yapıp yapmayacağımı biliyorum. Nasıl hazırlanacağımı, doğurmayı sevdiğimi, her seferinde daha geliştiğimi ve bu gelişimin hepimizi nasıl etkilediğini ve tabii ki etkilerin sonuçlarını biliyorum. Emre'yi doğururken yaşadığım travma ilk başlarda bol küfüre sebep olsa da nasıl  saçmaladığımı anlamam zaman almadı. Doğanın bana verdiği bu muhteşem mucizeyi coskuyla karşılayabileceğime epiduralin yetişmemesi, suni sancı yapılması ve epizyotomi ( dış vajinaya uygulanan kesi ) uygulanması süreci korku ve acıya boğmuştu. Teknolojiden, tıpdan beklentilerimiz doğamızın sonu mu olmuştu. Emre'yle yenmeyi başardığım bir çok hoşnut olmadıklarım gibi bu korkuyu da yenebilir ve her şeyi sıfırlayıp aynı doğal deneyimi güle oynaya gerçekleştirebilir miyim diye düşünmeye başladım; daha hamile olduğumu öğrenmeden önce çünkü aşikardı ki ben doğurmaya devam edicektim. Alman bir tanıdığım sayesinde zaten bir çok fikre öncesinden aşina olmuştum. Almanların çılgın ekolleri çocuk doğurmada da yetiştirmede de radikal farklılıklarla çıkıyordu karşıma. Öncelikle homeopatiyle var olan doğal yeteneklerimizin iyileştirmede de olduğunu, daha önceden sorgulamadan az da olsa kullandığım ilaçları bebeğime kullanmayı olabildikçe bırakabileceğimi öğrenmeye, araştırmaya başladım. Çocuk doktorum ne kadar klasik tıpdan gelmiş olsa da ilaççı olmaması büyük şanstı. Sonuçta hayatımdan çıkardığım kozmetik, temizlik, ilaç gibi şeylerle birlikte doğumda da klasikleşmiş uygulamaları bertaraf edebilirim diye düşündüm. 

Doğumla ilgili bütün bu düşündüklerimi İstanbul Doğum Akademisi'nden Hakan Çoker ve ekibiyle deneyimleyebileceğimi öğrendim. Neler mi istiyorum. Epiduralsiz bir doğum. Doğum zamanı komplikasyon yaşamadığım sürece uygulanan diğer prosedürlerden uzak bir doğum. Bana danışılmadan en hasas organıma dokunulmaması. Yapılması zorunlu sanılanların tartışıldığı, güvendiğim bir doktor ve ekibi,  istediğim pozisyonda, kocamla birlikte, loş bir ortamda, kordonun hemen kesilmediği, bebeğimin kucağıma verildiği, yıkanmadığı, yapılacak kontrollerinde benimle birlikte gerçekleşdiği, doğar doğmaz yapılacak olan Hepatit B aşısının ötelendiği, birbirimizden hiç ayrılmadığımız bir süreç istediğim. Hatta mümkünse evde doğurabilmek (annem sakın duymasın) Şimdi bunların olma şansı var. Atalarımızdan bize çok öncelerden kodlanmış olan bu doğal süreci 21. yüzyılda okuyarak, çalışarak, düşünerek tekrar canlandırmak zorunda olduğumuz için  bedensel, ruhsal ve zihinsel olarak çalışmaya başladım. Ne şanslıyım ki bu fırsata sahip olduğum kadar farkındayım da. 


Yıllar evvel ilk defa gittiğim Londra'da History Museum'da bir babanın çocuğuna, hatırlamadığım bir ressamın resmi önünde oturup yorumlayışı ve soruları beni çok etkilemişti. O zaman anladım ki görmek, bakmak, baktığını yorumlayabilmek, etkilenmek, büyülenmek ve hissedebilmek, keyif almak ne kadar önemliydi. Anneme ve ablama hemen mesaj atmıştım bana bu bakış  açısını kazandırdıkları için. Hayatımdaki en büyüleyici ,az yaşanan, belki sonuncu olacak olan hayat verme mucizesini coşkuyla, ön yargısız, korkmadan karşılamak istemem çok mu absürd?

Not: Düşüncülerim ve isteklerim bana aittir. Bir öneri ya da tavsiye değildir. 



22 Ocak 2014 Çarşamba

Şimşek



Emre'yle evde geçirdiğimiz uzun bir hastalık döneminden sonra dışarı çıktığımız ilk gün kapının önünde yavru bir köpek bulduk.  Aslında uzun zamandır Lahmacun'a arkadaş olacak bir kedi arayışındaydık ama şansa bak evde bir türlü bakmaya kıyamadığımız "hayvan" köpek bize geliverdi.  Turan biraz kediyi düşünerek tereddüt etse bile bu kadar ufak ve yalnız bir köpeği sokakta bırakacak değildik. Ben gerçek anlamda hiç köpek bakmadım. Turan daha deneyimli.


Yeni yıl sonrası, Revna'yla Mahmut bizde, aheste bir sabah geçirmişiz. Planımız evde bayılmak.  Ama ne mümkün önce temizlik sonra sevgi ve bir kap sütlü ekmek. Emre çıldırdı "benim köpeğim benim köpeğim"diye. Benim annelik duygularım kabarmış bir şekilde kucaklayıp sarıp sarmaladım ufaklığı. Tabi sonra veteriner faslı başladı. Pire, uyuz, parazit ne istersen var. Evde 3 yaşında bir çocuk ve 15 yaşında bir kedi varken pek hoş oldu tabi bu durum. Tam Emre'nin okulu başladı; kendime zaman ayıracağım, özgürlüğün tadına varacağım derken yeni bir sorumluluk, yeni bir hayat. Şimdi tuvalet eğitimi için bütün günümü evde geçirip çiş kaka temizliyorum. Henüz sokağa çıkaramıyoruz. Diyorlar ki 6 aya kadar tuvalet işini öğrenemeyebilirmiş ve daha 1 buçuk aylık. Husky'le bir şey karışımıymış. Şimdi uyuz için ilaçlı suyla yıkama faslı başlıyor. Geceleri iki kere kalkıp tuvalete götürüyorum. Sanırım hiç büyümeyecek bir çocuğum daha oldu. Lahmacunla araları iyi. Koklaşıyorlar. Haaa bu arada Emre adını "Şimşek" koydu.  Bu Genç umarım Lahmacun'a çok bulaşmaz yoksa fena tırmık yiyeceğe benziyor.




















Şimşek 7 Ocak 2014'de bize geldi. Tam 2 hafta oldu. Kaşınmaktan oynamaya vakit bulamıyormuş meğerse  yavrucak. Şimdi çok coskulu, keyifli. Tuvaletini arada bir kaçırsa da genelde doğru yere yapmaya öğrendi. İyileşme sürecinde, hala kaşınıyor ama üstündeki hasta deriyi atıyor yalnızca. Lahmacun Şimsek'i pataklıyor ama o akıllanmadı henüz illaki o kuyruğu yakalayacak. Artık beş kişilik bir aile olduk. Pek mesuduz:)

4 Ocak 2014 Cumartesi

Ayakkabı Kutusundan Orman Yapmak


Malum ayakkabı kutusu rezaletinden sonra biz de kendi emellerimiz uğruna bir kutu heba edelim dedik; vahşi hayvanlarımız için bir orman yaptık.
" Hayata çok büyük bir saygı öğretilmelidir çünkü hayat Tanrı'dır ve hayatın kendisinden başka bir Tanrı yoktur." ( Osho )

2 Ocak 2014 Perşembe

Beden Atlası



ghj 

Duyguları bedenimizin neresinde hissederiz?  Sarı bölgeler artmış duygu hissini temsil ederken mavi bölgeler azalmış duyguları gösteriyor. Mutluluğun her yerimizi sarması ne de güzel. Bu yıl da bolca mutluluk yaşama dileğiyle.