12 Eylül 2018 Çarşamba

Salerno’dan Selanik’e

Salerno’da sıcak bir gündü. Ama yine de diğer günlere göre daha serin. Binaların gölgeleri yürümemizi kolaylaştırıyor. Burada 2 gece kalacağız. Tam bir günümüz var. Ertesi gün Bari’den kalkan Igoumenitsa feribotu için sabahtan otobüse bineceğiz. Yolculuk peşpeşe. Kılıkılına. Feribot şirketi rezervasyonumuzla ilgili sorun çıkardı. Yer kalmadı diyerek bize numaralı bilet satmaya çalıştılar ama yemezler. İstediğimiz bileti alamayacaksak rezervasyonun ne anlamı var diyerek sorunu çözmelerini rica ettik. Igoumenitsa’da geceleyeceğimiz yer belli, euro her saat artıyor; artık oyalanmadan ama verdiğimiz sözleri tutarak bir an önce Türkiye’ye dönmek istiyoruz. Igoumenitsa’da bir gece kaldıktan sonra hemen Selanik’e yola çıkacağız. 2 gecemizi orada geçireceğiz sonra İstanbul’a dönüş. Yorgunluklar yavaş yavaş kendini göstermeye başladı. Daha çok uykuya ihtiyaçımız var. Ekin’in yürüme performansı düştü. Aralarda omuzda taşınmak istiyor. Tempomuzu yavaşlatabilir; şehirin keyfini çıkarabiliriz diye düşündük. Daracık sokaklarda turumuzu atarken müzik eşliğinde Duomo Katedrali’ne giden bir grup insanın peşine takıldık. Katedral avlusunun çevresindeki odacıklarda 2 gün sonra olacak konser için prova yapılıyordu. Katedral eserin tınısıyla titreşirken yürüyüşün sonlandığı avluda konuşmalar devam ediyordu. 


1980 yılındaki depremde hasara uğramış katedralin ihtişamı kendini gösterse de duvarlarındaki, vitraylardaki ve tavanındaki kayıplar hissediliyordu. Bronz kapılar güzellikleriyle dikkat çekici ve dökümlerinin 11. yüzyılda İstanbul’da yapıldığını öğreniyoruz. 








Katedralde uzunca geçirdiğimiz vakit sonrası parklarını, botanik bahçesini ve ara sokaklarını gezmeye devam ettik. Küçük ve sakin bir şehir. İtalya’nın suç oranı en düşük şehirlerinden. Bütün sokaklar sanki birbirine bağlı, şehrin temposuyla biz de içinde akıyoruz; herkesle birlikte. Dondurma İtalya gezimizin baş tacı. En meşhur dondurmanın peşine düşerek en sonunda Nettuno Cafe’de incirli dondurmayla son dondurmamızı taçlandırdık. Boylu boyunca sahil şeridinde yürüyüp, ayak üstü  yediğimiz son yemek sonrası yolculuğumuz devamı için erkenden yattık. 























Sabah Bari için otobüse  bindik. Saat 13:00’daki feribota yetişebileceğimizi düşünüyorduk. Bari’ye varışımız 11:30’du. Rezervasyonumuz halledildiği için rahattık. Uykuyla geçen bir yolculuk sonrası otobüs bizi limanda bıraktık. Biletimizi almaya gittiğimiz gişeler yanlış olsa da bizim gibi backpacking avrupayı gezen ispanyol ve fransız arkadaşlar sayesinde doğru yolu bulduk. Jonglör olan ispanyol adam hızlıca çocuklara ufak bir gösteri yapıp ellerine bütün yol boyunca sesiyle bizi deli edecek olan, kılık değiştiren, çoğu zaman yastığa dönüşen balonlarla feribota en son binenler olduk.



Oturacak koltuk kalmadığı gibi serilecek bir alan bulmamız bile kolay olmadı. 10 saatlik yolculuğumuzu konforlu ve eğlenceli hale getirebilmek ve uyuyabilmek istiyorduk. Sonunda merdiven boşluğu ve dışarıya çıkış kapısı arasında bir yere havlularımızla oturacak,  çantalarımızla da yaslanacak yer yaptık.  Çocukların bir dakika bile uyumadığı, dolaşmalı, oyunlu, benim uykusuzluktan neredeyse bayıldığım bir yolculuk sonrası gece yarısında Igoumenitsa’ya ulaştık.


Yunanistan’daki ilk sabahımızı acele etmeden geçirdik ve rahat bir kahvaltı yaptıktan sonra Selanik’e gitmek için otobüs terminaline yürüdük. Öğlen 14:00’a otobüs biletlerimizi aldık. Bizim oraların tatlarını andıran pastanesinden yolluklarımız alıp kahvelerimizi içtik. Artık memlekete yaklaştığımızı yediklerimizden, konuşmalardaki tonlamalardan, ilişki şekillerinden ve tiplerden hissetmeye başladık. Komşuda olmak güzeldi. Çocuklar “grazie”dan “efcharistíes” geçmekte zorlansa da katedilen yolların farkında Türkiye’ye yaklaşmanın heyecanı içindeydiler. Tabii seyahatin başından beri bekledikleri Selanik ve Atatürk’ün evi de heyecanlarını katladı. 

18 Ağustos 2018 Cumartesi

İtalya Kıyılarında...

Son dakikada yetiştiğimiz Ischia Capri teknesine bilet bile alamadan rica minnetle, nedense daha düşük bir ücretle, binmeyi başardık. 40 dakikalık bir yolculuk sonrası bir güruh insanla adaya indik. Önce çantalarımızı bırakacak emaneti bulup, nereleri nasıl gezebileceğimizi öğrendikten sonra ilk işimiz en son Salerno’ya giden tekneye biletimizi almak oldu. Ischia sonrası için organizasyon yapmamıştık. Spontan bir şekilde en uygun fiyatlarla seyahat edebileceğimiz son dakika programıydı bundan sonrası. Yunanistan’a gidecek feribota ulaşmak, konaklama ücretlerinin daha uygun olması,  Positano ve Amalfi Kıyılarını tekneyle geçerken görebileceğimiz uygun bir duraktı Salerno. 


İlk olarak otobüs durağına gidip Anacapri’ye gitmeye karar verdik. Ama ne mümkün upuzun bir kuyruk.  Bir türlü gelemeyen ve tıklım tıklım kalkan bir otobüs. Fünükiler deseniz o da aynı. Biz de şansımızı tekne turunda denemeye karar verdik. Bütün adanın etrafını dolaştıran tura bilet aldık. Tekne turu 2 saat sürüyordu ve büyük ihtimalle döndüğümüzde aynı kuyruklar olacaksa adayı gezecek vaktimiz de kalmayacaktı. Tekneye kendimizi attığımızda tentenin altına oturacak yer bulabildik. Arada gölge iyi gelecekti. Hava sıcaklığı hala sınırlarımı zorlayan türdendi. Adanın çevresini sarmalamış muhteşem bir mavinin içinde yol alırken sarp kayalıkların altındaki oyuklara girip çıktık. O muhteşem mavilerin içine kendimi bırakasım gelse de denize girememek, geçip gitmek bizim için çok zordu. Kendimize söz verdik daha sakin olduğu bir sezonda yüzmek için buralara tekrar gelmek üzere. Emre’de bu durumdan etkilenmiş olsa gerek, günlerdir Turan’la yaptığı tekne, kaptanlık muhabbetinden esinlenerek denizdeki yatların fotoğraflarını çekip hangisini alacağını ve bizi nerelere götüreceğinin hayallerini anlattı durdu. 

 















Faraglioni Di Mezzo kayasının altından geçerken efsanenin dediği gibi öpüşmeyi ihmal etmedik. Doğa Ana’nın yarattığı muhteşemlikler içersinde yol alırken keyfimiz tarif edilemezdi. Bu kocaman üç kayanın ihtişamı her açıdan ve uzaklıktan büyüleyiciliğini ve kudretini üstümüzde hissettirmeye devam etti. Capri adasının meşhur mavi mağarası Grotto Azzurra görmeyi çok istediğimiz bir mağara olmasına rağmen 1 saat, belki daha fazla beklemeyi ve 5 dakika için kişi başı 15€ vermeyi istemedik. Tekne turumuz bittiğinde tahmin ettiğimiz gibi otobüs kuyruğu uzunluğunu korumayı devam ediyordu. Buna rağmen boş olduğunu gördüğümüz fünükilere bilet alarak Piazzetta Meydanı’na çıktık. Daracık ara sokaklarda tur attıktan; limoncellolarımızı hızlıca içtikten sonra feribota yetişebilmek için fünükilere gittik. Bir de ne görelim; upuzun bir kuyruk oluvermiş bile. Çantalarımızı almak için son 30 dakikamız ve fünükileri beklersek yakalayamayacağımızın aşikar olduğu bir kuyruk. Hemen merdivenlerden nasıl ineceğimizi öğrendik ve limoncellodan çakır keyif olmuş halimizle kahkahalar atarak ve stres olmadan aşağıya indik. 





Bu sefer zamanında yetişmeyi başardık. Feribot yolculuğumuz muhteşem İtalya kıyıları manzaralarıyla ve limoncello etkisiyle Turanla duygularımızı paylaştığımız, ihtiyaçlarımızı ve bunlar için yapabileceklerimizi konuştuğumuz,  yolculuğumuzun bize ve çocuklara yaşam ve bakış açısı olarak  kattıklarını, neleri daha farklı yapabileceğimizi paylaştığımız, gelecek gezi planları yaptığımız bir yolculuğa dönüştü. Salerno’nun karanlığında yolumuzu ararken şehrin farklı bir yüzünü görerek yeni deneyimler için güzel bir uyku çekmeye yeni evimize gittik. 











12 Ağustos 2018 Pazar

Ischia Adası’nda Bir Mola

Ischia’daki ilk günümüzde Turan’ın boyun ve baş ağrısı ayrı düşmemize sebep oldu. Bizde en yakın denize gidip dinlendiğimiz bir gün geçirmeye karar verdik. Kaldığımız yer otobüslerin geçtiği anayola uzaktı. Anayola yürümemiz yetmedi. Otobüs falan yoktu. Durak varsa da kendini belli eden bir işareti olmadığı için bizde aşağıya, denize doğru yürümeye başladık. Ponza’ya indiğimizde tabana kuvvet varılamayacak bir deniz olduğunu anladık. Yürüdüğümüz süre boyunca hiç bir toplu taşıma geçmemişti. Yol kenarında bekleyen bir adam görünce otobüs durağı olduğunu farkettiğimiz yerde bizde beklemeye başladık ama gelen giden yoktu. Ada araçları genelde Fiat 600 ya da iki kapılı araçlar, motorlar da olsa otostop çekmeye karar verdik; belki 2 çocukla beni almak isterler umuduyla. Ama almadılar. Neyse ki otobüs geldi. Yaşasın, artık denize gidebilirdik. Ischia ( esskia diye okunuyor ) termal su kaynaklarıyla meşhur volkanik bir ada. Sahil şeritlerinin arkasında yukselen kayalıklar, kayaların içine işlemiş evler ve otellerle dantel gibi  bir ada. Sant’Angelo’ya  ulaştığımızda deniz için hala yürümemiz gereken bir yolun olduğunu görünce baygınlık geçiresim gelse de muhteşem bir manzara eşliğinde denize varmayı başardık.










 Zorlu yolculuk sonrası attık kendimizi denize ve güneş tepemize çıkana kadar da çıkmadık. Ege Denizi’ne alışmış biri olarak nerede bizim pırıl pırıl, masmavi denizimiz. Ischia yerel halkın tatil için tercih ettiği bir ada. İtalyanlar komikler. Kesinlikle yüzmüyorlar; suda çimmeyi seviyorlar. Ben ise tam tersi. O yüzden bu ufak koy beni doyuran bir deniz olmadı. Çocukların arkadaş bulması zamanı onlar için daha eğlenceli hale getirirken benim de kendime ayıracak vaktim olmuş oldu. Güneşten korunmak ve karnımızı doyurmak için bir cafede oturup İtalyan klasiği dilim pizza ve bruschetta yedikten sonra kayaların tepesine çıkarak farklı bir bakış açısıyla etrafımızı seyrettik ve suyun daha berrak olduğu kayalık bölgeden denize girdik. 













Bütün günü aynı denizde geçirmeyelim diye farklı kumsallara giden küçük teknelere bindik; belki daha az tesisli bir yerler buluruz umuduyla. Yine kalabalığın göbeğine düşsek de dalgalı denizde bol bol oyun oynadık. Suyun içinde elinizi kuma daldırdığınızda kimi yerlerde sıcacık kumlara ulaşmak değişikti ve alışık olduğumuzdan daha sıcak bir denizde yüzmek keyifliydi.
















Dönüş zamanı gelmişti. Tekrar otobüs durağına tırmandık ve bir sürü insanla birlikte otobüs beklemeye başladık. Tıklım tıklım dolan otobüste yere oturan ekin bir adamın bacakları arasında uyuyakalacak kadar çok yorgundu. Neyse ki, Turan biz o uzun yokuşu çıkmadan, aşağıya Ekin’i taşımaya geldi. Çocuklarla sıcakta ve bu kadar tırmanışlı bir adada araba kiralamamızın daha uygun olacağına karar verdik. 


İkinci gün Angela bize 2 günlük Fiat 600 kiralamamıza yardım etti. Sabah bütün adayı arabayla gezdik.




 Burada bol bol denize girmek istiyorduk. Sürekli yer değiştirmek yerine arada böyle eslerle çocukları dinlendirmek ve kültürel geziden farklı, deniz tatilini de bu yolculuğa katmak istiyorduk. Tabii ada kafasını unutmuşuz. Yazın bol turist, bol trafik. Kalabalıkla birlikte pek de etkileyici olmayan denizler. Burası için 4 günün fazla olduğuna karar verdik. Aslında planımızda günübirlik Capri adasına gitmek vardı ama git gel yapmak daha masraflı olacağından Salerno’ya geçerken Capri’ye uğramaya karar verdik. Turan hala çok iyi olmadığından Forio’da denize girip çıktıktan sonra eve dönmeye ve akşam gün batımında tekrar dışarı çıkmaya karar verdi. Benim, yokuşlarda düz vites, eski bir Fiat 600 kullanmam stresten başka birşey yaratmayacağından kullanmaya yeltenmedim bile. Akşamüstü Ischia limanına yakın Aragonese Kale’sine gittik. Kaleyle karayı birbirin bağlayan köprünün üzerinde renkten renge geçiş yapan, hangi yöne dönersen farklı bir ışıkla karşılaştığın gökyüzü eşliğinde keyfimizi yaptık. 














 Ertesi gün sabah erkenden termal parka gidip bütün günümüzü sıcak havuzlarda ve denizde geçirmeye karar verdik. Tabii benim için denizin yerini tutabilecek hiç bir havuz olmasa da çocuklar deniz ve termal havuzlar arasında mekik dokuyarak, yemeden içmeden saatlerce yüzdüler; oynadılar. Saunaya çok bayılmam ama kayaların içindeki bu doğal saunayı da kaçırmak istemedim tabii. Cehennem dedikleri böyle olsa gerek dedirten sıcakta bir kaç dakika kalabildikten sonra kendimi buz gibi bir havuzun içine atarak cosladım resmen. Tesiste farklı ısılarda çeşitli büyüklüklerde havuzlar vardı. Deniz hem kumsal hem de kayalıklı bir alan barındıran uzun bir sahildi. 




taaa uzaktaki kayaya yüzdüm

Saat 19:00’da termalden çıktığımızda gerçekten çok açtık ve Ekin uyuyakalmadan bir an önce yemek yememiz gerekiyordu. Daha önceki ada turumuzda gözüme kestirdiğim tepede bir lokanta vardı. Ekin uyumasın diye çeşitli şaklabanlıklar yaparak deniz halimizle muhteşem manzarası olan gökyüzünün seni kucakladığı, güneşin bulutlar arasına girerek bambaşka renklerle yıkandığımız neşeli bir akşam yemeği yedik. Yolculuğun devamına ruh neşesi, beden dinlenmişliği ve zihin özgürlüğüyle devam etmeye hazırdık.




8 Ağustos 2018 Çarşamba

Napoli - İstanbul Karayolu Yolculuğumuz - 1

Çocuklarla, sırt çantalarıyla birlikte İtalya’dan Türkiye’ye toplu taşımalarla yolculuk deneyimi yaşamak istedim; Almanya yaşamımızın ilk yaz tatilinde. Emre neredeyse 8, Ekin ise neredeyse 4 yaşında olacak. İkisininde yürüme konusunda iyi olduklarını bilsem de iki kardeş arasındaki kimi zaman kendini gösteren çekişmeler, Tübingen gibi sakin bir şehir sonrası Napoli gibi yoğun bir trafiğin ve kalabalığın olduğu bir şehirde olacak olmamız, trenle, feribotla ve otobüsle katedilecek yolların çocuklara uzun geleceği endişesi zaman zaman üstüme gelse de, tahammül sınırlarım zorlansa da  ve tehlike yaratan anlarda anlayışım yok olsa da hepimiz için iyi bir deneyim olacağına inanarak çıktık yola. Stuttgart’tan Napoli’ye uçakla gittik.  Aslında seyahat süresince Hostel’lerde kalmayı planlıyordum ama bütçe olarak 4 kişilik bir aile için hostelin airbnb’den daha masraflı olacağını görünce vazgeçtim. İlk durağımız Villa Bruna’ydı. Sempatik, eski bir villa. Ortak dilimiz olmadan dakikalarca sohbet ettiğimiz sahibi Bruna çok cana yakındı. Evin konumu, odaları ve kahvaltısı tatmin ediciydi.




 Vardığımız ilk gün yürüyerek şehrin ara sokaklarını, kiliselerini ve katedralini gezdik. National Museum’da Atlas Heykeli’ni ve daha bir çoklarını gördük. Ekinle heykellerin pozlarını taklit ederek müze gezme faslını eğlenceye çevirdik. Emre ise  müzede sergilenen çeşitli Star Wars araçlarını ve devasa heykelleri görünce mest oldu. İlk gün bizim adımlarımızla 16 bin küsur adım atmışız. Çocuklar için ikiyle çarpabilirim herhalde. 




















Tabii ki, çocuklara söz verdiğimiz gibi pizzanın şehrinde pizza ve dondurma yedik. Napoli’de 2 gece kalacağımızdan ertesi gün şehrin ulaşması zor kısımlarını kolaylıkla gezebilmek için  Hop-on Hop-off’a binerek Napoli’nin sahil ve yukarı bölümlerini gördük. Kırmızı otobüslerin üst katında güneşin altında oturan turistleri gördükçe şaşıran ben, kendimi aynı pozisyonda sıcakla sınanırken buldum. Bu 1 saat yetmezmiş gibi Turan’a iki tur sattıklarından eski şehire giden otobüs turuna da Ekin uyuyakaldığı için katılmaya karar verdik. Turan ve Ekin aşağıda klimayla yolculuk ederken Emre’yle ben tekrar üst kata çıktık. Artık sınırlarım zorlanmaya başlamıştı ki bulutlu hava ve çiseleyen yağmur bir umut oluverdi. Otobüs gezisini tamamlamayıp katedrali tekrar görmek için en yakın yerde indik ve en meşhur pizzacısında pizza yedikten sonra tekrar tabana kuvvet yürümeye başladık. Sessizliğin içinde dualarımızı ederken tanrıların mesajı gök patlamalarıyla katedralin içinde yankılanınca an’ımız daha da büyüleyici bir hal aldı. Meryem Ana heykelinin arkasındaki sarı vitraylarda, şimşek sarının tonlarını yaratırken herkes Tanrı’nın evine sığınmıştı. Ekin çıplak ayaklarıyla mekanla bütünleşip etrafta dolaşırken, Emre savaşların olmaması ve kardeşlik içinde yaşayabilmemiz için ettiği duasını gök gürültülerinin heyecanıyla bizimle paylaştı. Katedralden çıktığımızda yağmur yoğunlaşmıştı. Yağmur sularıyla yıkanıp şifalandıktan sonra ertesi gün yapacağımız Vezüv tırmanışımız için evimize gidip dinlenmeye karar verdik.





























 3. güne daha erken başladık. Metroyla Napoli Garibaldi istasyonuna gittik. Oradan trenle Vezüv’e giden biletlerimizi aldık. İndiğimiz duraktan Vezüv’e kadar otobüse bindik. Virajlı yollar Ekin’in kusmasına sebep olsa da çok hızlı bir şekilde kendini toparladı ve tepeye kadar yürüyerek çıktı. İlk defa bir yanardağına çıktım. Benim için büyüleyici ve doğa ananın kudretini hissettiğim bir yer oldu. Ailedeki doğal taş merakı her birimize dokunduğundan hepimiz volkanik taşlarımızı toplayarak yolumuza devam ettik.
















 Bruna’nın evine döndüğümüzde saat neredeyse 17:00 olmuştu. Vedalaştık ve Ischia Adası’na giden teknelere bindik. Bizi en çok zorlayan kimsenin ingilizce bilmiyor olması oldu. Otobüs durağındaki görevliye gideceğimiz adresi göstermiş olmamıza rağmen bizi yanlış otobüse bindirerek yorgunluğumuza yorgunluk kattı. İndiğimiz yerden taksiye binmek zorunda kalarak bir güzel kazıklandık. Airbnb odalarının işletmecisi, ingilizce bilen tanıdığım tek kişi Angela, bizi dar sokaklara giremeyen taksinin bıraktığı yerden aldı. Odamızı gösterdi ve bizi kapanmadan ihtiyaçlarımızı karşılayabilmemiz için markete götürdü. Böylece volkanik bir ada olan Ischia’da maceramız başlamış oldu.





Metro x 3 : 4.5€

Tren x 3 : 12€

Vezüv otobüs ve giriş x 3: 60€

Ischia feribot x 3: 12€